hesabın var mı? giriş yap

  • ''hayatim suresince boyum kadar kitap yazdim ama beni sevmeyenler buna da mazeret bulup -onun zaten boyu kisaydi- diyebilirler.'' demi$ bir vakitte..

  • bazıları harbiden yaran statuslar:

    "yörüngeye yerleşen ilk türk uydusu "rasat" ilk sinyali göndermiş: "rus uydusu taş taş!"

  • sınavdan çıkınca 85, arkadaşlarla konuşunca 55, soruları cevaplayınca 35, araba da 5, evde 15, hoşuma da giderse bütteyiz.

  • tayyip icin en buyuk basarisi 80'den beri apolitik turk gencligini politize etti deniliyor ama simdi yabanci bi arkadasin durum guncellemesini gordum adam 68'den beri apolotik avrupa gencligini bile degistirmis. slovak bir kizin yazdiklari;

    "go to hell tayip!!! that's the right place for you! even here in bodrum,where people don't give a shit about you,we have to look at your ugly face at every second billboard in the town.. and every first is some "happy face" who claims to vote for you. ı'm seriously getting sick.. milli'in adami. bullshit!!!"

    millinin adami kismini tam anlamadim ama degisik olmus tabi.

    edit: milletin adami demek istemis.

  • çocukken müzik kesilince sandalyelere oturmaya çalıştığımız oyun, meğerse hep metrobüsün alıştırmasıymış.

  • onu dinlerken şair hissederdik kendimizi,
    yakışıklı hissederdik.
    klas hissederdik sanki şarkıların ortağı gibi.
    dünyanın en güzel kadınlarına aşık olmuş ve terk edilmiştik.
    sadece bize ait bir çizgimiz olurdu onu dinlerken
    hep görkemli kaybedenlerdendik
    bir boka yaramayan romantik sahtekarlardık ama hiç önemsemedik
    yağmur yağardı onu dinlerken
    ve ölüm haberi geldiğinde de yağmur yağıyordu...

    "hiçbir zaman yeterince sarhoş, yeterince fakir, yeterince zengin olamadık"

  • ünlü fransız filozof denis diderot neredeyse tüm yaşamını yoksulluk içinde yaşadı, ancak bunların hepsi 1765 yılında değişti.

    diderot, 52 yaşındaydı ve kızı evlenmek üzereydi, ancak maddi sıkıntı içindeydi ve düğün masraflarını karşılayamazdı.

    maddi sıkıntıları olsa da, diderot’un adı o dönemde oldukça iyi biliniyordu çünkü o zamanın en kapsamlı ansiklopedilerinden biri olan encyclopédie‘nin kurucu ortağı ve yazarıydı.

    tam da o sıralarda, rusya imparatoriçesi büyük catherine'nin, diderot’un kütüphanesini ondan 1000 gbp karşılığında satın almayı teklif etmesi sorunlarını bir anda ortadan kaldırdı. o dönemin parası ile bu oldukça yüklü bir paraydı.

    kızını evlendirdi ve kendisine de küçük bir ödül olarak kırmızı bir sabahlık aldı. ancak işte sorunlar bu noktadan itibaren başladı.
    1769 yılında düşünür, yaşadığı deneyimi bir makalesinde kaleme aldı ve bu sabahlığının hikayesini anlattı. onun bu yazısı neredeyse iki yüz elli yıl kadar sonra psikologlar ve pazarlama uzmanları tarafından irdeleniyor.

    bu olay daha sonra diderot etkisi adıyla anılmaya başlandı…

    peki ne mi oldu?
    diderot'un kırmızı sabahlığı çok güzeldi ancak o kadar çok güzeldi ki, diğer eşyaların arasında güzelliği ile sırıtmaya başlamıştı. evin genel havası bozulmuştu, her şey onu rahatsız etmeye başlamıştı.

    bu bütünlük gereksinimi diderot’da, tüm eşyalarını iyileştirme arzusunu beraberinde getirdi. böylelikle eşyaları da yeni sabahlığının gösterişine uyumlu hale geldi. çok geçmeden, yeni bir duvar halısı, yeni tablolar, yeni bir sandalye, gardırop, ayna, yeni bir çalışma masası ve pahalı bir saat, v.s, bütün dairesini tamamıyla değiştirdi.

    ancak bir daha hiçbir zaman eski sabahlığı ile olduğu kadar mutlu olmadı…

    "eski sabahlığımın mutlak efendisiydim. fakat yenisinin kölesi oldum."
    dedi.

    1988 yılında antropolog grant mc cracken, bu arzunun satın aldığımız şeyleri nasıl şekillendirdiğini tanımlamak için diderot etkisi terimini kullandı.

    diderot etkisi, yeni bir eşya edinmenin genellikle daha fazla yeni şey edinmenizi sağlayan bir tüketim sarmalı yarattığını belirtir. sonuç olarak, bunun devamında önceki benliklerinizin mutlu ya da tatmin olmak için asla ihtiyaç duymadığı şeyleri satın alırsınız.
    çünkü çoğu insan sahip olduğu eşyaların kişiliğini ve toplumdaki yerini belirlediğini düşünür.
    https://www.matematiksel.org/…eyleri-neden-isteriz/

    kendinizi diderot etkisinden koruyunuz. aksi halde diderot örneğinde olduğu gibi, eşyanın ve tüketimin kölesi olursunuz.
    üstelik, satın aldıkça "azalan verim yasası" işler, aldıklarınızın mutluluğunuzu etkileyen "marjinal fayda" sı düşer.
    toplumdaki yeriniz de nasıl bir insan olduğunuzla ilgili; giyim, kuşamınız, eşyalarınızla değil..

  • bu tarz başlıklar altında hiçbir bilimsel veriye dayanmadan hurafelerle insanları yönlendiren arkadaşlar yine türemiş.
    bin kere söyledim ve yine söylemeye devam edeceğim. sapla samanı karıştırıyoruz. yoğurt yapımında elimizde en çok kullanılan 3 adet süt tedarik seçeneği var değil mi? evet.

    çocuğa anlatır gibi hepsini ayrı ayrı ele alalım o zaman :

    1- açık süt: kaynağını bilmiyorsanız (burada kastedilen size sütü getiren kişinin adı soyadı değil) sütü temin ettiği hayvanı ne şekilde beslediği, antibiyotik kullanımı, sütün içeriği çamaşır sodası, antibiyotik gibi zararlı kimyasallar ve karbonat, nişasta gibi yabancı maddeler nasıl elde ettiği vb. bunları nasıl bilebiliriz? bilemeyiz. her aşama için kontrol noktası oluşturulmalı. yoksa işimiz şansa kalmış durumda. temin ettiğimiz kişinin dürüst olması vb hiç önemli değil. sağım esnasında gözle görülemeyecek şekilde bir kıl bile sütün içerisine düşse bu süt her dakikada ikiye katlanarak patojen büyütür. çok namuslu ve dürüst brinin elinden çocuklarınızın vucuduna patojen sokarsınız. diğer yandan sütü aldık eve getirdik. bin kere söyledim. yine söylüyorum:

    ----büyük harflerle---

    açık sütler sizin kaynattığınız sıcaklık aralığı olan 95-100°c'de kaynatıldığında içindeki mikropların çoğu yok olurken yararlı vitamin de yok olur. açık sütün içinde bulunma riski olan kimyasallar ise kaynatılarak yok e-di-le-mez-ler. bu nedenle açıkta satılan sütlerde her zaman sağlık açısından bir risk bu-lu-nur.

    ----büyük harflerle---

    2- uht süt: marketlerde alelade bisküvi raflarında gördüğünüz süt türü. direkt güneş ışığına maruz kalmadığı sürece bozulmaz. bu sütü de yoğurt yapımında vb asla ama asla tavsiye etmiyoruz. zaten bundan yoğurt da olmaz. çünkü sütü uht haline getirebilmek için çok yüksek ısıda, çok yüksek bir basınç uyguluyorlar. bu basınç altında sütün içindeki tüm yararlı ve yararsız bakteriler ölüyor ve sütün içindeki protein ve enzimler de tahrip oluyor. bu yüzden de yoğun olarak sindirim sorunları yaşanıyor.

    3- pastorize günlük süt: tavsiye ettiğimiz süt çeşidi budur. pastörize sütler, kaynama derecesinin altında belli bir sıcaklıkta, sütün doğal niteliklerinde değişiklikler oluşturmadan, hastalık yapan etmenlerinden tamamen, diğer etmenlerden de çoğunlukla arınmış bir içme sütü çeşididir. soğukta muhafaza edilmek şartıyla dayanma süreleri beş gündür. güvenilir markadan günlük süt tercih ettiğinizde size ve çoluk çocuğunuz için en uygun tercih budur. bu sütten yapılan yoğgurtta mayanıza göre yüksek oranda besleyici öğünler içerir.

    size yıllarca marketlerde tüketmemiz için dayatılan taş gibi yoğurtlar gerçek yoğurt değildir. evvet annelerimizin yoğurtları taş gibiydi çünkü onlar sütü saatlerce kaynatıp suyunu uçurdular. o dönemin şartlarında en uygun yöntem oydu ama artık değil.

    yoğurdun sertliği ile besin değeri arasında hiçbir ilişki yok canım.

    lütfen bilip bilmeden insanları kafanıza göre açık süt kullanımına teşvik etmeyin. yakınınız akrabanız vb kimsenin umrunda değil.

    sütün elde edildiği çiftliği, hayvanların beslenmesini ve elde edilen yöntemle birlikte soğuk tedarik zincirini kendi gözlerinizle görmeden açık süt tercih edilmesi en hafif tabirle saflıktır.

    debe notu: "pastorize süt lobisi" vb mesajları geliyor. haha.. siz adam olmazsınız.

  • hayatı boyunca “köklerinizden kurtulun, kopun, her şeyi reddedin” diyen nietzsche‘nin doğduğu ile öldüğü yer arası mesafenin sadece 30 metre oluşu; “kötülük en büyük güçtür, merhamet büyük zayıflıktır” diyen nietzsche‘nin kırbaçlanan bir atı görüp merhametten hüngür hüngür ağlaması..

    demem odur ki; insan çelişik ve ironik bir varlıktır. insanların ne dediğinden çok ne yaptığına dikkat etmekte fayda vardır. iyi geceler..

  • bir bulgaristan göçmeni olarak(başlıkta söylemek adet olmuş) derim ki bulgaristan avrupa'nın bok çukuru falan değildir. en fazla avrupa'nın garibanıdır.
    8 milyon nüfusa sahip, başlıca ihraç kalemi tarım olan bir ülke bulgaristan. kapasitesi bu kadar.

    geçen ay kırcaali'deydim. mezuniyet dönemine denk gelmişim. son sınıflar şehrin ana meydanında buluşup çiftler halinde balo salonuna kortej halinde yürüdüler. polis bunun için yolları kapattı ki bir kez olsun devlet başkanı için dahi yolları kapattıklarını görmedim.

    bazı şeyler parayla satın alınmaz. avrupa'nın garibanı dahi mental olarak bizden fersah fersah ileride. insana en çok koyan da bu oluyor. türkiye dünya'nın en yaşanılır ülkesi olabilecekken bizim payımıza düşen ortadoğu'nun bok çukuru olmak oldu.

    debe ve gelen mesajlar üzerine edit: bakın dostlar, dünyada pek az şey gençleri desteklemek kadar önemli ve değerlidir. düşünün ki mezun olmuşsunuz, polis sizin için yolları kapatmış ve insanlar balkonlardan sizin için tezahürat yapıyor. kendinizi ne kadar değerli ve özel hissedersiniz. bu hisle ülkeniz için neler yaparsınız.
    100 yıl önce bir adam çıkıp "bütün ümidim gençliktedir" demişti. işte o adam bizimle çöl bedevileri arasındaki farkı yaratan adamdır.